Murat Özyüksel

Uludağ Üniversitesi Müzik Kulübü danışmanlığını kabul ettikten kısa bir süre sonra, üniversitedeki görevime başlarken aldığım “müziği bırakmanın zamanıdır” kararının uygulanabilir olmadığını anladım. Zira müzik virüsü bir kez vücuduma gjrmişti ve fırsat bulduğu her durumda istediği tahribatı yapacaktı. Mesleğe başlarkenki kararımın nedeni ise, insanının aynı anda iki işle uğraşmasının verimini düşüreceği varsayımıydı. Şimdi anlıyorum ki , bu varsayım yanlıştı; kaldı ki doğru olsa bile virüs boş durmayacak bu kararımı zaten boşa çıkaracaktı. Zaten artık insanın nefes aldığı işlerle uğraşmasının total verimliliğini arttırdığının bilincindeyim. Üstelik bilim ve sanatla uğraşmanın birbirinden farklı değil , tam tersine istenirse birbirini tamamlayan süreçler olduğunu düşünüyorum. Demiryolları belgeselini yaparken Işığın Yansıması ile müziğini de gerçekleştirmemiz ve bu müziğin Rayların İzinde adıyla piyasaya çıkmak üzere olması ve bunun bir adım sonrasında gündemimize giren kitap ( Anadolu ve Bağdat Demiryolları) /belgesel (Demiryolları)/albüm(Rayların İzinde) projesi gibi.

Bu hain virüs hiç kuşkusuz İstanbul Erkek Lisesi yıllarında bulaştı. Konjonktür rock’un hem dünyada hem de Türkiye’deki altın yıllarına raslıyordu. Düşünebiliyormusunuz, Pink Floyd, Jethro Tull, Genesis, Black Sabbath, Crosby, Stills Nash and Young, Deep Purple, şimdiki Yusuf İslam o günlerde en güzel şarkılarını üretiyorlardı. Türkiye’de de Anadolu rock’un altın yıllarıydı. Üretkenliğe önem verilen bir dönemdi. Liselerarası müzik yarışmalarında bile şimdiki gibi en iyi şov yapan değil en iyi beste, düzenleme ve icra yapan gruplar yarışıyordu. Bizim lisenin de birbiri ardı sıra başarılı sonuçlar aldığı bu dönemde, bu tür bir katkıyı da bizim katıldığımız grup yapmıştı. O dönemde Türkiye ikincisi olan bestemin yeni versiyonunun “Bir Tren Yolculuğu” adıyla, Akkoyun düzenlemesinin ise aynı isimle Rayların İzinde’de yer alması, dönemin üzerimdeki etkisini göstermesi açısından önemli olsa gerek.

Liseden sonra tek profesyonel uğraşım; Cem Karaca ve Selda ile birlikte 50 günlük Bir Türkiye turnesinde yer almam. Ardından yukarda belirttiğim gibi müziği tümüyle bırakıp bilim adamı olma kararım, ardından müzik kulübü danışmanlığından, danışmanlığını yaptığım sevgili öğrencilerimle birlikte Işığın Yansıması’nın ilk konserlerine uzanan süreç. Ardından İstanbul’a dönüş ve Işığın Yansıması konserlerinde seslendirdiğimiz bazı parçalara yeni bestelerimi ekleyerek Ercüment Vural’ın düzenlemeleriyle Bir Çiçek Yılı Sonra albümü… Bu çalışma sürecinde Ali Erenus’la o dönem Ankara’da okumakta olması nedeniyle çok kısa ama bir şekilde kalıcı olacağını hissettiğim beraberliğimiz ve albümün en güzel parçalarından Günaydın Sabah… Barlas ile Murat’ın İstanbul’a gelişleri ve Işığın Yansıması’nı canlandırma girişimi sonucu ürettiğimiz Birdenbire albümü …

Ve sonunda geldik grubun en oturmuş ve en kalıcı olduğunu düşündüğüm ve umduğum son kadrosuna. Barlas’la grubu yeniden canlandırmaya karar verdiğimizde, aramıza Işığın Yansıması ‘nın ilk kadrosundan (yani kurucu elemanı) Ayhan Orhuntaş’ın ve en genç arkadaşımız sevgili Ertuğrul’un katılmalarıyla birlikte yeni saundu oluşturmaya başlamamız. Ardından İstanbul Erkek Lisesi’nin pilav gününde (mutlu bir tesadüf olarak eşi sevgili Özlem’in de bizim liseyi bitirmesi dolayısıyla) Ali ile yeniden karşılaşışımız , İstanbul’da olduğunu öğrenir öğrenmez gruba bu kez part time değil kadrolu olrak katılması önerimiz ve bu beşliyi oluşturduktan sonra o gün bugündür yaşadığımız acı tatlı anılar, provalar, Kamiloba günleri ve sonunda ortaya çıkardığımız Nerde Ellerin ile Rayların İzinde…

Işığın Yansıması yaşamımda önemli bir renk. Sanırım grubun diğer elemanları için de öyle. Yaşamın ağır geldiği konjonktürlerde bazen Epikuroscu anlamda bir sığınak (dostlar topluluğu)… Bazen de durumu daha da ağırlaştıran bir unsur. Bu negatif boyut; yapmak istediklerimiz ile bizim dışımızdaki koşullar arasındaki gerilimlerden kaynaklanıyor. İşin güzel tarafı Işığın Yansıması’nın hepimizden bağımsız bir tüzel kişilik olması…ne ben ne Ayhan ne Ali ne Barlas ne de Ertuğrul; saunduyla, duruşuyla, söyleyecek sözleriyle Işığın Yansıması o…Örneğin rock’un protest boyutunun herkes bilincinde, ama bunun dozu o tüzel kişiliğin elinde…Birçok bakımdan aynı paradigmada , birçok bakımdan da farklı insanlardan oluşmuş güzel bir birliktelik, farklı seslerden oluşan bir uyum yani armoni. Armoni kelimesi kanımca demokrasiyi en iyi açıklayan sözcük: çok seslilik ve uyum. Bu kuramı topluma da taşıyabilsek çok seslilikten korkulmaması tam tersine gerçek uyumun ancak bu şekilde sağlanabileceğini, tek sesin yoksulluğuna karşı çok sesin zenginliğini bir bilebilsek…